Bir yazar
okulumuza gelmişti. Söyleşi
yapmaya sözde söyleşi tabi ki yazarın
anlaşılmayan cümlelerini üzerimize bir çağlayan gibi akıtıp sonrasında sorusu
olan var mı arkadaşlar diye bitirdiği tek kişilik söyleşi işte.
Kitaplarını okumaya başlamıştım yazarın söyleşi öncesinde
hemde altını çizerek.( Beni tanıyan dostlarım bilir olur da kitabımın canı acır
diye kalemden uzak tutarım kitaplarımı kalemle polemiğe girmelerini istemem
zira bir polemik en çok kağıtla kaleme yaraşır.) heyecanlıydım daha da doğrusu
meraklıydım. Bir yazar nasıl olur merak ediyordum onlarında benim gibi olduğunu
düşünüp düşünüp şaşırıyordum... çocuktum diyeceğim ama çocuk değildim 13
yaşında kocaman bir kızdım öyle ki ailemden kilometrelerce uzakta bir yurt odasını 6 arkadaşımla paylaşıyordum.
Üstelik hiç de ağlamamıştım. (konu buraya gelince hep uzatırım yanımda beni
dürtüp susturacak biri olmalı bu durumlarda)
Sonrasında yazar
geldi konuştu konuştu konuştu. Bu arada yazar standart bir insan özelliğine
sahipti :)
Sorusu olan var mı kısmına geçtik ve soru sorma isteğimi
bastıramadım, elimi kaldırdım sesim aşırı titrek ellerimi söylemiyorum bile.
Yanaklarım Çanakkale domatesi. Dudaklarımı araladım ve titremez olası ses
tellerim titredi biyolojik işlevini yerine getirdi. O muhteşem sorumu sormuş bulundum. “ben yazar olabilir mıyım?”
Yazarın yüzüme anlamsız bakışları ve bu yastan sonra zor çok
daha önceden başlamalıydın demesiyle o koca düğümü yutkundum oturdum. Cevabın
altında ezildiğimi yaklaşık bir saat sonra anlayabildim. Söyleşi sonu edebiyat
hocam yanıma geldi. “insan sorduğu soruyla belli eder kendini bu nasıl soru Perihan?” hocaya ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum. Benim amacım kendimi belli etmek değildi de zaten yazarın
ağzından olur cevabını almak istiyordum. Avucumu yaladım elbette. O cevaptan
sonra zaten yazar olma hevesimi buruşturup çöpe attım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder