20 Kasım 2015 Cuma

OLAYLAR OLAYLAR

Bir yazar  okulumuza  gelmişti. Söyleşi yapmaya sözde söyleşi  tabi ki yazarın anlaşılmayan cümlelerini üzerimize bir çağlayan gibi akıtıp sonrasında sorusu olan var mı arkadaşlar diye bitirdiği tek kişilik söyleşi işte.
Kitaplarını okumaya başlamıştım yazarın söyleşi öncesinde hemde altını çizerek.( Beni tanıyan dostlarım bilir olur da kitabımın canı acır diye kalemden uzak tutarım kitaplarımı kalemle polemiğe girmelerini istemem zira bir polemik en çok kağıtla kaleme yaraşır.) heyecanlıydım daha da doğrusu meraklıydım. Bir yazar nasıl olur merak ediyordum onlarında benim gibi olduğunu düşünüp düşünüp şaşırıyordum... çocuktum diyeceğim ama çocuk değildim 13 yaşında kocaman bir kızdım öyle ki ailemden kilometrelerce uzakta bir  yurt odasını 6 arkadaşımla paylaşıyordum. Üstelik hiç de ağlamamıştım. (konu buraya gelince hep uzatırım yanımda beni dürtüp susturacak biri olmalı bu durumlarda)
Sonrasında  yazar geldi konuştu konuştu konuştu. Bu arada yazar standart bir insan özelliğine sahipti :)

Sorusu olan var mı kısmına geçtik ve soru sorma isteğimi bastıramadım, elimi kaldırdım sesim aşırı titrek ellerimi söylemiyorum bile. Yanaklarım Çanakkale domatesi. Dudaklarımı araladım ve titremez olası ses tellerim titredi biyolojik işlevini yerine getirdi. O muhteşem sorumu sormuş bulundum.  “ben yazar olabilir mıyım?”

Yazarın yüzüme anlamsız bakışları ve bu yastan sonra zor çok daha önceden başlamalıydın demesiyle o koca düğümü yutkundum oturdum. Cevabın altında ezildiğimi yaklaşık bir saat sonra anlayabildim. Söyleşi sonu edebiyat hocam yanıma geldi. “insan sorduğu soruyla belli eder kendini bu nasıl soru Perihan?”  hocaya ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum. Benim amacım kendimi belli etmek değildi de zaten yazarın ağzından olur cevabını almak istiyordum. Avucumu yaladım elbette. O cevaptan sonra zaten yazar olma hevesimi buruşturup çöpe attım.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder