Ön
yargı; bilmediğimiz şeyler hakkında beynimizin bize sunduğu sağlam temellere
dayanmayan, iç kemiren düşünce yığınıdır. Düşünce yığını diyorum çünkü;
sevmediğimiz, korktuğumuz, en önemlisi bilmediğimiz tüm her şeye karşı olumlu
ya da olumsuz bi takım fikirler üretebiliyoruz. Bu iç kemiren düşüncenin
kurbanlarından biri de halkla ilişkilercilerdir yani nam-ı diğer PR’cılardır.
Halkla
ilişkilerin bilinmediği bilinenlerin de yarım yamalak olduğu zamanlarda bir
zat-ı muhtemin(!) ortaya atmış olduğu (ben bu düşünceyi ön yargısına veriyorum)
kötü sıfat hala bizim peşimizden gelmektedir. “Yalancılık” bir meslek grubuna
verilecek en kötü sıfattır elbette...
Ön
yargı duvarını yıkıp, şapkaları önümüze alıp düşündüğümüzde; (elimizi de
vicdanımıza koyarak tabi) doğru sonuca ulaşmak kesindir kanımca! Yahu;
“açıklık, doğru bilgi vermek ve inandırıcılık” gibi ilkeleri benimseyen bir
meslek yalan söyler mi? Bu işi yapan insanlar yalancı olur mu? Ya da yalancı
halkla ilişkilerci (defolu halkla ilişkilerci) bu İş’te başarılı olur mu?
Karıştırılan
nokta şudur; PR mesleği kelimeyi etkin kullanma temeline oturtulmuş bir
meslektir. Yani kelimeleri, cümleleri çarpıtarak değil onları ustaca kullanarak
doğruları en uygun biçimde aktarmayı amaçlar...
Neticede;
toplum olarak yalana olan nefretimiz takdire şayandır. Yalanı sevmiyoruz!
(yalanı kim sever ki?) Öyle ki yılandan korkmuyoruz yalandan korktuğumuz kadar,
mesela yalancının mumu bile uzun yanmıyor yatsıda sönüyor.
O
halde bırakın mumlarımız hiç sönmesin yansın, bırakın mumlarımız her yeri
aydınlatsın!